Sensizliğe indeksledim kalemimi.
Yeni bir sessizlik, eski bir sensizliğe bırakıyor yerini.
Sensizliği yazmaya alıştım ki o kadar.
Seni yazıyorum. Hep sensizliği yazacak değilim ya. Sesin unutuluş kokuyor. Sanki seni zincirleyen kara sevdadan kopup özgürlüğe koşuyorsun. Beni anılarımla bırakıp gideceğini biliyordum.
İçimden hep seni diliyordum. Dileklerim çaresizliğin renkleriyle beraber solup yavaş yavaş kayboluyor. Sesin özlem kokmuyor. Hadi! Uç artık. Kelebekler kadar özgürsün.
Ölmek bir masalmışçasına güzel. Kanayan bir yaranın kabuk bağlaması gibi. Uçuk saatlerde yanımda olurdun. Horoz zamanı aynı tastan içerdik çorbamızı. Toz pembe masallar anlatıp, açık-saçık konuşurduk. Yoksulluğumuzu paylaşırdık. Beraberliğe içerdik. Sonsuzluğa içerdik. Sevdamıza içerdik.
Ben dudaklarından içerdim. Dudaklarından içince; bir garip dönerdi dünya.
Şimdi sen sıcak iklimlere uçan bir kuş kadar özgürsün. Uğur böcekleri gibi... uç böceğim der uçarsın.
Ben bir tırtıl gibi öleceğim bu sabah. Bu yüzden sabahları sevmezdim.
Tırtıllar ipek kozalarında ölürler. Çaresiz yalnız.. Kimse bilmez öldüklerini... Kimse görmez.
Kelebek olmadan ölürler. Özgürlüğe hasret. Sevdaları da bilmezler, karanlık kozalarında ölürler kimsesiz.
“Hadi kaçır beni......!”
Çöz tutsaklığımı. Biz aynı iklimin çiçekleri gibi birbirimize benzeriz. Bir elmanın iki yarısı değil miydik? Ben kurtlu yanı.
Ağlarız arkadaş... Küfrederiz yalnızlığa. Yalnızlık on ikiyi on iki geçiyor. Yarın, bu güne karışmış. Yalnızlık almış başını, bekleyişler bir mum ışığında söndürüyor gözlerini.
Özlemlerin koyu gölgesinde ılık bir güz üzeri kaçır beni. Ben sonları da sevmem. Tıpkı ay sonlarını sevmediğim gibi...
Geriye doğru sayıyorum sensizliği. Gel. Neden söylemedin? Beklemenin bu kadar zor olduğunu.
Bu, özlemlerin dördüncü boyutundaki buruk gözyaşları.
Bu, kader. Bu, kelebek olmadan ölmenin çaresizliği.
Dün bayram çocukları geçti önümden. Ben bayramlıklarımı giyemedim. Dün bayram çocukları geçti. Benim bayramlıklarım yoktu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder