Ben akşamı severdim.
Çünkü, sen hep akşamlarda gelirdin.
Bulutların kaybolduğu dağ yamaçlarının ardından “akşam” sessizce geliyordu. Ay, yarı kızıla boyamış yüzünü bir bulutun ardına sinsice gizlemişti. Yıldızlar arkalarını dönmüşlerdi, sessiz ve sönük. Köy yollarında cılız ışıklı pencereler gözlüyordu yolumuzu. Bir anlamsız bağırıyordu karşı geçedeki sokak köpekleri. Ağaçlar diz çökmüş ürkek ve umutsuzca fısıldaşıyorlardı.
Akşam, ağır adımlarla kör kütük yaklaşıyordu. Korkuyor gibiydi. Yaklaşınca anladım. Sokak köpekleri salyalı dişleriyle parçalamışlardı akşamı bir yerinden.
Akşam kan ağlıyordu. Sen birden, yüreğime sığmadın. Çünkü akşamları gelirdin. Akşamı bu yüzden severdim. Zaten bir yudum mutluluktu seninleliğim. Bir yudum mutluluk gelincik yaprakları gibi dökülüverdi.
Akşam sefaları gözlerini sıkıca kapadılar. Saattin akrebi acımasızca saldırdı akşama. Akşam ağlamaklı... Ben ağlamaklı...
Kelebekler renklerini alıp gittiler. Akşam kör kütüktü. Akşam sendeledi. Akşam dertliydi. Akşam katran karasıydı. Akşamın kanı aksa, yalnızlığıma karışacaktı. Sessizce yanaşıp akşamın elinden tuttum. Elleri ıslaktı. Toprak da ıslaktı alabildiğine. Sanırım, akşam ağlıyordu.
Bir puhu kuşu oymuştu akşamın gözlerini. Görmüyordu. Akşamın ayakları yara içindeydi, yürüyemiyordu.
Bir bulut geçse yakınımdan, eğilip akşamın üzerini örtecektim. Bir dere geçse; akşamın dudaklarına bir yudum su verecektim. Ay ışığını tutabilseydim; aydınlatacaktım.
Yapamadım...
Akşamın saçlarına dağılmış yıldızlar, uzak bir deniz fenerinin fersiz ışığı gibi umutsuzca parlıyordu.
Apansız akşamın gözlerini gördüm. Gözlerini gizleyemedi. Akşamın gözleri, gözlerime değdi. Gözleri yalan söyleyemezdi. Can çekişiyordu. Hayır. Beni böylesine bırakıp gitmemeliydin. Dayanamazdım. Sonra, yağmur da yağmalıydı...
Oysa, yağmur yine geç kalmıştı.
Tam mutluluğa bir kala yakalamıştım akşamı. Avuçlarımdan akıp giden akşam karasına karıştı hasretin.
Gelmedin..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder